Ölüm, doğduğumuz andan itibaren yaşantımızla ilgili bildiğimiz ama bir o kadar da korktuğumuz ve yok saymaya çalıştığımız gerçeğimiz…
Hele de sevdiklerimizin ölümü…
Sevdiklerimizi kaybettiğimizde hissettiklerimiz öylesine karmaşık, öylesine çelişkilerle doludur ki.
Bilinmezliklerle dolu, kimine göre bir cennet bahçesine kimine göre de karanlık bir tünele doğru göndermişizdir sevdiğimizi. Gittiği yeri bilemeyiz, bildiğimiz tek şey onu bir daha göremeyecek oluşumuzdur. Merak ederiz, endişeleniriz bazen ”üşüyor mu, yalnız mı, korkar mı” diye, bazen de ölmüş diğer sevdiklerin kavuştuğunu düşünür onun adına seviniriz. Bazen “Allah’ın yanına gitti, mutlu o” deriz ya da bizi duyduğuna, gördüğüne inanmak isteriz.
Bu düşünceler içindeyken duygularımız nasıldır?
Başlarda inanmak istemeyiz. “Uzak bir yere gitmiştir, gelecektir” , “Hastanededir, birkaç güne çıkar” ya da “İçeride odasındadır” ama hala aramızdadır o, bizi bırakmış gitmiş olamaz, hele hele de bir daha dönmemek üzere gitmiş olması mümkün değildir.
“İnanmazken, inkar ederken bir yandan da öfkeleniriz. Ona, kendimize, bu ayrılıktan sorumlu olabileceğini düşündüğümüz her şeye- herkese kızarız. “ Neden bırakıp gittin ki beni(bizi)” “Şimdi zamanı mıydı, daha yapacak çok şeyimiz vardı” “Onu koruyamadım, ona yeterince bakamadım, ….eksik yaptım.”
Tam da keşkelerin, pişmanlıkların devreye girdiği yer burasıdır. “ Keşke o gün istediği şeyi yapsaydım”, “ Keşke…….demeseydim” gibi. Bu tür pişmanlıklar –pazarlıklar bir süre devam eder; çaresizlik, pişmanlık, öfke birbirine karışır. Hele de sevdiğimizle aramızda bir çatışma olmuşsa bu duygular iyice güçlenir. Bu duygular başka kişilerin davranışlarına yönelik de olabilir. “…..onu o kadar üzdü ki ölümüne sebep oldu.” “…….böyle davranmasaydı sevdiğim daha mutlu olurdu.” “ O kadar kötü insan yaşarken neden o” bu soruların aslında hiçbir anlamı olmadığını, öleni geri getirmeyeceğini bilerek duyguların önüne geçemez.
Gerçek oluyor olması ölümü anlamlı kılmayabilir. Sevdiğimizi bir daha göremeyecek olmayı anlamlandırmak ve olağan karşılamak öylesine zor belki de olanaksızken bu duruma verilen tepkilerin de kısa süreliğine olağandışı olması çok doğal.
Öfkeler – pazarlıklar – isyanlar içinde yoğun bir üzüntü yaşanırken kimileri sevdiğinin anılarını sürekli zihninde taşımaya çalışır kimileriyse konuşmayarak resimlerine bakmayarak üzüntüsüyle baş etmeye çalışır.
Sevdiğim üzülür diye gülememek onun sevdiği yemekleri yiyememek tüm eşyalarını dağıtmak ve evde ondan hiçbir iz bırakmamak şeklinde uç tepkiler verenler olduğu gibi sürekli fotoğraflara bakan masaya onun için bir tabak koyan odasını hiç bozmayan her gün mezarlığa ziyarete giden bir başka uç tepki verenler olabilmekte yas sürecinde.
Olağan dışı tepkilerin elbette beli bir süre sonra giderek azalması beklenir. Yaklaşık 6 aylık süreçte bu tepkiler yerini doğal hayata geçişe bırakamadıysa ya da bu tepkilerden dolayı kaybı olan kişi hayatını devam ettirmekte ciddi olarak zorlanıyorsa, kendini takılıp kalmış ilerleyemez hissediyor ve bir nevi yaşayan ölü gibi olmuşsa bir uzmandan yardım almak yerinde olacaktır. Bu süreçte ölümü yaşanmamış acıyı da hissetmiyor gibi geçirenlerin de ruh sağlığında yakın ya da uzak süreçlerde sorun çıkması oldukça sık gözlenen bir durumdur.
Bu zorlu süreçte dengeyi bulmak öylesine zor ki. Her türlü törene katılmak sevenleri rahatlatan davranışlardan biri; sonraki dönemlerde ise ondan söz edebilmek, bazı eşyalarını anı olarak saklamak çeşitli vasıtalarla onu anmak bir şekilde kaybettiğimiz kişiyi yaşatmanın bir yolu. Kaybettiklerimiz ancak onları andığımız, bugünkü yaşantılarımızın içine belli oranlarda katabildiğimiz sürece yaşama şansına sahip olabiliyorlar.
Kaybın verdiği üzüntü giden için olduğu kadar ve belki de daha fazlası kalanın onsuz ne yapacağı ile ilgili çoğu zaman. Onunla yaşamaya bunca alışıkken yeni bir düzeni onsuz oturtmak işin en zor tarafı. İşte o zaman aklımıza masa benzetmesini getirebiliriz. Masa 4 ayağı ile dengededir ve işlev görür ancak bir ayağı kırılırsa masa devrilir. Masayı tekrar dengeli hale getirebilmek için ayakların yerini değiştirmek gerekir. Böylece masa tekrar işlevsel olabilir. Yeri doğru olduğu sürece masa tek ayakla da işlevseldir. Bizler de kayıplarımızdan sonra onsuz bir yaşama başlarken rollerimizi gözden geçirip yeni düzenlemeler yapabilirsek uyum sağlamamız kolaylaşır. Örneğin; aile içi kayıplarda kalan kişilerin rolleri eskisi gibi olamayacak sorumluluk alanları değişecektir. Ya da kaybedilen kişi aile dışından sevdiğimiz biri olduğunda onunla geçirdiğimiz vakitleri farklı sosyal aktiviteler, kişilerle telafi etmek bazen de onun yakını olan diğer kişilerle temas etmek ( kaybedilenin ailesini daha sık ziyaret etmek gibi )
Yeni düzenlemede kaybettiğimiz kişinin görünen bir yeri ve rolü olmayabilir ama kalbimizde ve zihnimizde ona ait bir yer hep olacaktır ve her fırsatta onu anarak yaşadığımız sürece onu da yaşatmış olabileceğiz.